4 Ekim 2015 Pazar

PARİSTE BALAYI - 2

Paris'te balayımızın birinci gününde yarım günlük keşif turumuzdan sonra yağmurun başlamasıyla kendimizi otelimize attık. Kısa bir dinlenme ve yemek molası akşamında Montmartre'de bulunan sevimli otelimizden yine aynı bölgemizde bulunan bize yaklaşık 15 dakikalık mesafedeki Sacre Couer tepesine çıktık.

Sacre Couer Bazilikası



Paris'in en yüksek noktasında bulunan Sacre Couer Bazilikası'ın yapımı Fransa-Prusya savaşına dayanmaktadır. 1870'li yıllarda savaşta ölenlerin anısına inşaatına başlanan yapının maliyetinin tamamına yakınını Fransız halkı üstlenmiştir. İnşaat ise 1914 yılında tamamlanmıştır. 1885 li yıllardan beri buradaki rahipler sürekli ölenlerin ruhuna dua etmektedir. Kilise Hristiyan dünyasının hac görevlerini yapabildikleri uğrak kutsal mekanlardan biri olma özelliğini de taşımaktadır. 

Sacre Couer'dan Paris manzarası
Bazilikanın güzelliğine eşsiz bir Paris manzarası eşlik ediyor. Yapının önündeki merdivenlerde yoğun turist kafilesine karışıp manzaranın atmosferin tadını çıkarmak eşsiz bir his. Siz tam uzaklara dalmışken güneşin yeryüzüne kavuştuğu o tatlı anda arkanızda güzel bir yapı, önünüzde aşıklar şehri, kulağınızda tatlı bir tını Fransız bir filmin ana karakteri oluyorsunuz bir anda. Sanatçı olasınız geliyor. Bir ressam mı, bir yazar mı yoksa bir müzisyen mi? Gerçekten yeteneğinizin olmasının bir önemi yok. Zaten herşey gerçek olamayacak kadar güzel. Herşey gerçeklikten bukadar uzakken kimin umrundaki sizin kim olduğunuz. Varsın bu akşam da çok yetenekli bir ressam olun. Gözlerinizi kapatın öylece çizmeye başlayın bir anda.


Vesselam lafı fazla uzatmadan ağır adımlarla uzaktan bir Eiffel Tower eşliğinde ressamlar tepesine doğru ilerliyoruz. Lafı uzatmıyoruz ama hülyalardan da pek de uyanmışız denemez :) Başka bir masal diyarında buluyoruz kendimizi. Sıra sıra sokak ressamları herbiri birbirinden şahane.. İşin ilginç tarafı benim izlenimim olarak diğer ülkelerdekinin aksine hepsinin önü dolu ve hatta sıra bile var. Herhalde avrupanın en seçkin sokak sanatçıları bu tepede toplanmış diye düşünüyoruz. Malum geçmişteki ünlü sanatçıların Paris'e özellikle Montmartre bölgesine olan aşkını düşündüğümüzde pek de yanılıyor olamayız.
Ressamlar tepesi

Ressamlar Tepesi




Ressamlar tepesinde güzel bir turun üstüne en güzeli buranın tatlı kafelerinin birine girip Paris'in meşhur peynir tabağı-şarap ikilisinin tadına varmak. (dipnot: buradaki güzel peynirlere kanıp dönerken sakın peynir almayın gelene kadar yollarda ziyan oluyor :( ) Hatta bu ikili akşam yemeği menüsü olarak bile ideal. Bir de canlı müzik varsa günün yorgunluğunu silmek için birebir. Artık Paris'e gönül vermiş sanatçıların mertebesine erişiyoruz az da olsa onlar gibi davranıyoruz ve otele dönüş vaktimiz geliyor.




Bize kalırsa Paris gezimizin zirve anlarından olan Sacre Couer tepesi gezimizden sonra otele dönüşümüz ise tam bir maceraydı :) Biraz geç saate kalmış olacağız ki sokaklarda in cin bir de biz yollara düştük. Önceki yazımda bahsettiğim gibi bu bölge Paris'in arka sokakları sayılabilecek bölgeler olduğu için otele varana kadar ürktük. Hatta yolu karıştırıp hayat kadınlarının beklediği bir sokağa bile daldık. Neyseki cana yakın bir abi bulup yol sorabildik de otelimize kazasız belasız ulaşabildik.




Gezimizin 2. gününü en önem verdiğimiz yerlerden biri olan Louvre Müzesi'ne ayırdık. Elbette bunda daha önceden pek çok kişiden duyduğumuz okuduğumuz bir günde bitmez, çok büyük gibi ön hazırlıklar etkiliydi. Ama ne kadar ön hazırlıklı da gitsek nutkumuz tutuldu ve diyebilirimki kim nekadar abartırsa abartsın Louvre en abartının bile en abartısı bana kalırsa. Sabah kahvaltı sefamız biraz uzun sürünce müzeye saat 10'a doğru geldik ve geldiğimizde 1 saat sürecek olan bir kuyruk birikmiş durumdaydı bile.

Sırada boş beklemek olmaz tabi. Bu vakit aralığında biz de Louvre hakkında bilgiler okuyoruz. Dünyanın en  büyük müzesi olan Louvre Müzesi 12.yy'ın sonlarında batı yakasından gelecek tehlikelerden korunmak amacıyla kale olarak yapılmak suretiyle bugünlere gelen macerasına başlıyor. Kalenin yıkılmasıyla 16.yy'da rönesans etkisiyle ilk bina yapılıyor. Sonraki dönemlerde gelen krallarla birlikte saray sürekli bir büyüme halinde oluyor. Fransız devriminden sonra da ilk defa halka açılıyor ve sanat galerisi olarak kullanılmaya başlıyor. Ortadaki piramit ise 1989 yılında büyük tepkilerle yapılmış ve sonradan müzenin simgesi haline gelmiştir.
Müzede toplam 8 bölüm bulunmakta ve toplam 400.000 civarında sanat eseri bulunmaktadır. Müzeye gitmeden önce hangi bölümden girmelisiniz hangi bölümde hangi sanat eserleri var ön bilgiyle gitmeniz faydalı olacaktır. Biz ön bilgiyle gitmedik müzeyi çözene kadar biraz zaman kaybettik ve asıl ünlü eserlerin olduğu bölümü (Denon kanadı) öğleden önce kalabalık olmadan gezmek varken maalesef öğleden sonraya kaldı. Müzedeki 8 bölüme gelecek olursak bunlar;
İslami sanat ve Mısır eserleri (Mısır eserleri benim favorim olan kısım)
Heykel Bölümü
Sanat araçları bölümü
Doğu Medeniyetleri Eserleri bölümü
Yunan eserleri bölümü
Modern dönem resim eserleri bölümü
Etrüsk ve Roma eserleri bölümü
Resim eserleri bölümü
Yazı eserleri bölümü

Müzede biletlerimizi alır almaz görevliler tarafından müzenin popüler tarafı olmayan (: sol tarafına yönlendiriliyoruz. Bu noktadan sonra ben daha benim ilgimi çeken bölümler hakkında bilgi vereceğim. 5-6 saatte koşar vaziyette gezdiğimiz Louvre Müzesi'nde elbet atladığımız önemli eserler olmuştur veya herkese daha sıradan gelmiş bir eser beni kendine çekmiş olabilir.
Asur Kanatlı Boğa Heykeli
 Bugünkü İran bölgesinde MÖ.8yy larda yaşayan Asurlular kapıları süslemek için devasa heykeller kullanırlarmış. Bu heykellerin güçlü duruşları kötü ruhları korkuttuğu zannedilirmiş.











Yukarıdaki fotoğraflarda erken Mezopotamya, Sümer, Asur, Akad vb uygarlıkların içinde yer aldığı Eski Yakın Doğu Sanat Eserleri bölümlerinden karelerdir. Burada Babil Kralına ait Hammurabi kanunları da bulunmakta ancak bu bölümle alakalı fotoğraf çekmeyi atlamışım.








Yukarıdaki fotoğraflar sarayın Napolyon III'ün kaldığı bölümlerden ve o dönem koleksiyonlarından oluşmakta. Bu bölümlerde fotoğraflamadığım bölümlerde alabildiğine şaşalı dekorasyon malzemeleri; abartı avizeler, masalar, koltuklar bulunmakta.




Üstü cam bölmeyle kapalı heykel bölümü. Babam resim bölümünde zaten yeterince vakit kaybedeceksiniz avluyu hızlı geçin dediği için bu bölümü transit geçiyoruz.

Ve aşağıda bizim hayli zaman geçirdiğimiz rönesans dönem ağırlıklı resimlerin bulunduğu salonlardan birkaç kare bulunmakta. Bu resimleri gördükten sonra hayattaki bulunma sebebinizi sorguluyorsunuz. Hemen elinize bir kalem bir kağıt alıp resme falan merak sarasınız geliyor. :)  Müzede gezerken herhangi bir köşede orjinallerini birebir taklit eden sanatçılar görmeniz de olası. O resimlerdeki detaylar.. Hiç kimsenin ilgisini çekmeyen bir detay size darbe vururken, bir başka resim önünde toplanan insanlara inat öylece geçip gittiğiniz oluyor.




Üstteki gezdiğimiz bölümleri bitirdikten sonra müzenin bu kanadından çıkıp kısa bir dinlenme ve yemek molası veriyoruz. Gördüklerimiz göreceklerimizin daha yarısı bile değilken yorgunluktan şikayet ettiğimizi hatırladığım şuan yüzümde tebessüm oluşuyor.
Müzenin devamında Mısır, Afrika, İslam dönemlerinin yanı sıra gene birçok resim ve heykel göreceğiz. Bunları yazımın diğer bölümünde paylaşacağım. Ama Louvre Müzesi hakkında birkaç satırlık not düşecek olursam Paris'e gelip de kesinlikle görmeden dönülmemesi gereken bir yer. Çevrenizde dünyanın her yerinden burayı görmeye gelmiş onlarca millet arasında, yıllardır okullarda genel kültürlerde bilginiz tanıdığınız birçok medeniyeti, kültürü film şeridi gibi öylece seyrederken inanılmaz hisler kaplıyor içinizi. Sanki bir müzeden çok zaman makinesinde gibi hissediyorsunuz. Şövalye kıyafetini kuşanmışken bir anda helen oluyorsunuz. Sarayda kabarık kıyafetlerle gezerken bir anda, kot tşört kalıveriyorsunuz. Zamanın aslında öyle gözde büyütülecek bir kavram olmadığı bile geçiyor aklınızdan. MÖ. 8 yy biranda yanıbaşınızda bitiveriyor. Ahh bir de o taşların, o fırça darbelerinin dili olsa anlatsa. Entrikaları, aşk hikayelerini, acıları, sevinçleri... İnsanlık, insan olmak tepeden yuvarlanan bir kar topu gibi. Sürekli büyüyor, büyüyor. Ah bir de şu hırslar olmasa. Savaşlar olmasa, anneler ağlamasa, çocuklar ölmese...